top of page

BASE (BAŞKENT ANKARA STRATEJİ ENSTİTÜSÜ)

ANALİZ-DOSYA / SİYASET BİLİMİ, Mayıs 2020

 

 YAKIN SİYASİ TARİHİMİZ İÇİN BİR ANALİZ ÇALIŞMASI

(2002 – 2020)

 

GİRİŞ VE TAKDİM :                                                                                                                                                                Şevket Bülend YAHNİCİ

 

“Kurtuluş ve Kuruluş”a   yol açan Müdafa i Hukuk hareketinin başlangıcı olan 1919’un 100’ncü yılını idrak ettik. Bu sene Milli Egemenliğimizin 100’ncü yılını kutlamaktayız. 2023 yılı Cumhuriyetimizin 100’ncü yılı olarak kutlanacak.

Cumhuriyetimizin ilanından itibaren, 600 yıl devam eden bir büyük imparatorluktan geriye kalan vatan topraklarında var olmanın, yaşamanın, kalkınmanın, insanlıkta – demokraside – hukukta – çağdaşlaşmada ileri gitmenin ve uluslararası camianın şerefli bir üyesi olmanın kavgasını veriyoruz.

Çok partili döneme geçiş kararıyla başlayan, daha geniş, daha katılımcı, daha eşitlikçi, hak ve özgürlüklerin kullanılmasında daha hoşgörülü bir toplum yapısına ulaşma yolunda çetin ve engebeli bir yol yürüdüğümüz açıktır. 1950 – 1960 arasında bir iktidar tarafından halkı bunaltacak noktaya getiren baskı rejimi 27 Mayıs darbesiyle karşı karşıya kaldı. Sonraki yıllarda muhtelif kalkışmalar ( 21 mayıs, 22 şubat ) görüldü. 12 Mart, bir Muhtıra ile demokratik hayata müdahaleyi getirdi. 1980 12 Eylül’ü bir başka darbeyi… Ne darbeleri, ne darbelerin haklılığı ya da haksızlığını ve ne de ülkeyi bu noktalara getiren olay ve sebepleri tartışacak değiliz.

Magna Carta’dan beri bütün ülkeler ve toplumlar, daima daha iyi demokrasi, daha çok adalet, daha çok katılım, sağlıklı denge ve denetim, eşitlik, hak ve hürriyetlerin genişlemesi yolunda arayışlar içinde olmuşlardır. Bugün demokratik işleyişin örneği olan birçok ülkede de bu yönde verilen ve büyük bedellere mal olan mücadeleler yaşanmıştır. Düşününüz ki; dünya otoriter, otokrat, oligarşik sistemlerden ve bunları temsil eden tiranlardan kurtulabilmek uğruna büyük ve zorlu, pahalıya mal olan kavgalar vermiştir. Stalin, Hitler, Franko, Mussolini rejimleri 20. Yüzyılın birinci yarısında dünyayı kasıp kavurdu. Sonraki yıllar boyunca da Pinoche, Marcos, İdi Amin, Omer El Beşir, Kaddafi, Saddam gibi onlarcası sayılacak oligark tiran dünyanın muhtelif coğrafyalarında hüküm sürdü.

Bizi bir imparatorluğun küllerinden çekip çıkartan “kurtuluş ve kuruluş” iradesi daha 1920’lerde 1923’de “millet egemenliği”, “ halk iradesi”, “çok partili demokratik rejim”, “parlamenter sistem” konularında kararlı bir yürüyüşle yola çıkmaktaydı. Bir “ulus devlet”i var etmenin, bir devleti oldurabilmenin; yokluk, imkansızlık içinde ve  yetişmiş insan yokluğu gibi onlarca olumsuzlukla boğuşarak sağlıklı işleyen bir demokrasiyi var etme olgusu elbette gecikmiş, yıllara mal olmuştur.

Ne işin mimarı Mustafa Kemal ne de Heyet i Temsiliye’den başlayarak yanında yer alan arkadaşları “tek adamcılık”, “zümreye dayalı bir oligarşi” peşinde olmadılar. İsteseler bu işe mani olunamazdı.

İyisiyle, kötüsüyle eğrisi doğrusuyla, eksiği gediğiyle 1923’de başlatılan demokrasi yolundaki yürüyüş 2002 yılına kadar şöyle böyle devam etti. 3 Kasım 2002 tarihinde gerçekleştirilen seçimle başlanan  ve 18 seneyi bulan  ve halen içinde yaşamakta olduğumuz süreç, belki de dünyada ilk ve tek örneği ile, yukarıda saydığımız bütün bu konular için geriye gidişin, geriye dönüşün yılları oldu.

“Herkes gider Mersin’e, biz gideriz tersine” misali

Sistemin işleyişi mükemmel miydi, eksiksiz miydi, her şey güllük gülistanlık mıydı? Yok, hayır. Böyle bir iddiamız yok. Ama yine de “kuvvetler ayrılığı” söz konusuydu. “Denge ve denetim”- öyle böyle – işliyordu. Tam ve gerçek anlamda olmasa da – hele bugüne göre – yargı bağımsız sayılırdı, iyi kötü Meclis işliyordu, bütün negatif şartlara rağmen “medya” bir güç olarak yayın yapıyordu. Yüzlerce eksik, yüzlerce yanlış (Lider sultası, parti içi demokrasi eksikliği, siyasi partiler kanunu, seçim kanunu aksaklıkları vs.) yok değildi.

Fakat 2002’de başlayarak günümüze uzayan bir süreç her işin, her şeyin alt üst hale geleceği bir Türkiye manzarasının şahidi olacaktı…

İşte bu çalışma ile, 3 Kasım 2002’de başlayıp günümüze gelen 18 senelik çok yakın geçmişimize dair bir tahlil yapma ve kendi nokta i nazarımla olaylara bakma/yorumlama gayretinde olacağım.

Bu çalışma dahilinde yazacaklarım/sizlerle paylaşacaklarım bilmediğiniz hususlar olmayacak… Hepimizin beraberce yaşadığımız, hep birlikte şahidi olduğumuz konuları ben sadece hatırlatmaya çalışacağım. Hem de kendimden bir şeyler katmadan, uydurmadan. Sonra bütün bu olanları akıl ve mantık süzgecinden geçireceğiz… Atilla İlhan üstadın lafıyla bakalım “AYNANIN İÇİNDEKİLER”e…

 

3 KASIMA GİDEN YOL

Sayın Bahçeli, 7 Temmuz 2002 günü Bursa, Kocayayla’da “erken seçim” dedi ve tarih verdi; 3 Kasım 2002… Bakan arkadaşlarımızla, milletvekillerimizle, Parti yöneticileriyle görüşülmüş, konuşulmuş bir konu değildi.

2 Ağustos 2002 günü TBMM “erken seçim” kararı almış oldu. Aslında ne usule uygun bir oylama yapılmış ne de oylar sayılmıştı.

Meclis Başkanı “ben saydım” dedi ve kürsüyü terk etti. Meclis karar almış oldu.

3-4-5 Ağustos tarihlerinde “uyum yasaları” görüşüldü. Meclis tarihinin gördüğü, görebileceği en acayip, olağan dışı oturum ve görüşmelerdi. Bakanlar Kurulu’nun (MHP’li Bakanlar da dahil) imzalayıp Meclis’e sevk ettiği tasarılar konuşuluyor, görüşülüp oylanıyordu. MHP sözcüleri şiddetle muhalefet ediyorlar, öfkeli konuşmalar yapıyorlar, her maddede İstiklal Marşı okuyorlardı. Sonra tasarıda imzası olan Bakanlar dahil hepimiz ret oyu veriyorduk. Daha sonra da çoğunlukla oylanan tasarılar kanunlaşıyor; yine MHP’li Bakanların imzasıyla Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giriyordu.

Bu trajikomik tiyatronun oyuncuları olmuştuk.

3 Kasımda seçimlere bu günlerin ardına sığdırılan bir seçim kampanyasıyla gittik. “ J.P Morgan’lı”, “Kemal Dervişli” bir kampanya dönemi !

3 Kasım 2002 seçimleri AKP’yi iktidara taşırken, 18 Nisan 1999 seçimlerinin kazananları olan siyasi figürleri, MHP-DSP-ANAP-DYP’yi devre dışına çıkardı. 1999’un %8 oy alarak Meclis dışında beklemeye kalan partisi olan CHP, DSP’nin bir kısım oylarını alarak %20’ye yakın bir oyla 2. Parti olarak Meclis’e girdi.

3 Kasım 2002’de başlayan ve günümüze kadar devam eden AKP İKTİDARI DÖNEMİ ile başbaşaydık…

3 KASIMDAN 2007’YE KADAR AKP

1999 seçimlerinde Meclis’te temsil yetkisine kavuşan partiler DSP, MHP, ANAP, DYP ve RP olmuştu. RP “Milli Görüş” geleneğinden gelmekte olan bir partiydi. 21. Dönem Parlamentosunda, MNP – MSP geleneğinin partisi olarak giren parti ikiye bölünecekti. Bu bölünmenin sonucunda doğan AKP’nin, A. Gül, B. Arınç, M.A. Şahin, S. Kapusuz, A. Şener gibi isimler Meclis içindeki kadrosunun aslarıydı. Dışarıda da Recep Tayyip Erdoğan… AKP, 3 Kasım’dan başarıyla çıktı. Görünen oydu ki, Milli Görüş hareketinin MNP-MSP çizgisinden gelen oyları artık AKP’li olmuştu. % 10-11-12’lerde denilecek bu temel oy yapısının üzerine dini grupların, cemaatlerin birlikteliği, diğer sağ tandanslı partilerden ümidini kesen “merkez sağ” denilecek vatandaşların oyları da ilave olunca AKP başarısı ortaya çıkmış oldu. Bahçeli “erken seçim” isterken MHP’nin %22-23-24’lerde oy alacağını tahmin ediyordu. Ülkeyi “erken seçime” götürürken “MHP’siz Hükümet” isteyenlere ders vereceğini zannediyordu. Değil hükümet, Meclis de MHP’siz kaldı. AKP iktidarına döşenen bir “kırmızı halı” söz konusuydu…

Nurcusu, Nakşibendisi, Süleymancısı akla gelebilecek ne kadar tarikat/cemaat varsa artık hepsi için siyaset kapısı ve birliktelik mahalli AKP olacaktı. Daha önce başka partilere bölünen dinci cemaat oyları artık AKP’nindi. Cemaatlerin, tarikatların o günlere kadar vaki olan iç bölünmüşlük ve ayrışmaları da adeta ertelenecek, zaman içinde AKP bir “cemaatler koalisyonu”na dönüşecekti. Artık, AKP iktidarı ülkedeki bütün dinci gruplar, cemaatler ve tarikat yapılanmaları için bir ümit ışığı idi; cemaatler AKP ampulü etrafında uçuşan böcekler misaliydi. Bu cemaat ve grupların birincisi Nur Cemaatiydi. Erzurum, Malatya, Kastamonu, Burdur, Isparta, İzmir, Kahramanmaraş (adı geçen şehirler Nur Cemaatine önderlik eden kişilerle bütünleşmiş ve onlarla anılmıştır ki; bu konumuz değil) gibi şehirlerdeki farklı Nurcu yapılanmalar, kollar artık birleşmiş/ ya da sessizliğe geçmiş, yetki ve meydan “Hocaefendi” ve etrafındaki kadroya kalmış; AKP ile FETO’nun iktidar ortaklığı günleri başlamıştı. 2002 – 2012 arası “cicim ayları” olarak devam etti, sonra anlaşmazlık ve 15 Temmuz’a uzanan talihsiz süreç…

DEVAM EDECEK....

bottom of page